Admin Admin
Mesaj Sayısı : 624 Yaş : 62 Kayıt tarihi : 06/08/08
| Konu: Çanakkale İçinde Vurdular Beni (Sonuna Kadar Okuyunuz) C.tesi Ağus. 09, 2008 10:26 pm | |
| | Devamiii
EZAN SESLERİYLE UYANAN SÖMÜRGELER!
Çanakkale Harbi’nin en dehşetli günlerinden birinde Tayyar Paşa, ordunun içinde sesi güzel ne kadar asker varsa sabah namazından önce hep birden ezan okumaları emrini verir. Emri alan onlarca asker, şafak kızıllığı ile birlikte, dâvûdî sadalarıyla o lahuti nağmeleri Çanakkale’nin kanla karışık soğuk sularına kadar dinletirler. Çok geçmeden düşman mevzilerinden taşa sarılmış kağıtlar atılmaya başlanır. Askerlerimiz açıp bakarlar. Bunlardan Farsca yazılmış bir tanesinde şöyle yazılmaktadır; “Bizler Hindistanlı Müslüman askerleriz. İngilizler bize Almanlara karşı Osmanlı’nın yanında savaşacağımızı söylediler. Biraz önce ezan sesi duyduk, siz kimsiniz?”
Mehmetciğin kanı donar. Tarih, kandırılmışlığın böylesine pek az şahit olmuştur. Hemen cevap cerilir:
“Burası Osmanlı payitahtının kapısı. Bizler de Osmanlı askerleriyiz!”
Bedir’den Sakarya’ya yansıyan hep aynı ruhtu
Bedir’den Uhud’a ve Hendek’e oradan Malazgirt’e, Çanakkale’ye ve Sakarya’ya hakim olan ruh, ilahi olana kendini adayışın ta kendisiydi. Sultan Alparslan 26 Ağustos 1071’de cuma namazı vaktini bekleyerek taarruzu biraz geciktirip, namazın ardından giydiği beyaz elbisesiyle ordusunun önüne geçmişti. Sultan, atının kuyruğunu bizzat bağlayıp, ön saflarda ordusuna bir asker gibi savaşacağını belirtmek maksadı ile ok ve yayını bırakıp kılıç ve topuzunu eline almıştı. Sonra ordusuna şöyle der; “..Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte, kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya da şehit olur, Cennet’e giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler, takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler, gitsinler. Burada sultan ve emredilen asker yoktur. Zira, bugün ben de ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim.” (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I-X, 1, 257. Son üç cilt Enver Ziya Karal’a aittir. Dördüncü baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1982. )
Anadolu’nun kapılarını İslâm’a açan büyük, Malazgirt zaferi işte bu ruh haliyle kazanıldı. Çanakkale için de aynı şeyler söz konusudur. Alman subayı Carl Mülhman bakın bunu nasıl ifade ediyor: “Bu ağır sınama döneminde Türklerle birlikte hareket eden herkes, bu sessiz kahramanlık karşısında sınırsız saygı ve hayranlık duyar ki, o dürüst Anadolu insanına karşı bu duyguyu düşmanı bile esirgemeyecektir. Burada, diğer kültürlü uluslar tarafından şüphesiz gözlemlenen; ama ruh dünyalarında kavranamayan bir ‘dine kendini adayış’ Türklerde açığa çıkmaktadır ve bu; aynı şeyin başka ulusta benzer ölçüde görülemeyeceği bir ruh halidir. Her halükârda Türk insanı gücünü bu özelliklerinden almaktadır.” (Carl Mülhman, Çanakkale Savaşı, Bir Alman Subayının Notları, Terc. Sedat Ümran, Timaş Yay. İstanbul, 1998 s. 164-165.)
Çanakkale vadilerindeki yeşil kuşlar
Tarihimizdeki birçok savaşta hemen her zaman anlatılagelen bir hadisedir yeşil sarıklılar. Kimdirler, necidirler, nerelerden gelmişlerdir, kesin olarak bilen yoktur. Ama herkes onların ya Allah katından gönderilen melekler ya da daha önceki savaşlarımızda Allah, vatan ve din uğruna can veren şehitlerimiz olduklarını düşünürler. Çanakkale’de de bunun örnekleri görülmüştür. Halk, bu tarz olağanüstülükleri hemen her mücadelemizde yaşadığı ya da gördüğü için, acaba demiştir, bu harbimizde de böyle şeyler oldu mu? Ruşen Eşref Bey, Çanakkale gazilerinden biriyle yaptığı mülakatta yeşil sarıklıları görüp görmedikleri ile ilgili sorduğu soruya ilginç bir cevap almıştı. Bir parmağını savaşta kaybeden gazimiz ona şu cevabı vermişti: “Hayır efendim, biz görmedik. Yalnız kuşlar vardı. Yeşil yeşil. Ateşin arasında gezerlerdi. Sonra zeytin ağaçlarına konarlardı. Başka bir şey görmedik. İşte o zeytin ağaçlarını kurşun, gülle kırmış, yıkmış, dalını budağını karıştırmış. O yeşil kuşlar oraya konarlardı. Kurşun murşun, Allah tarafından, onlara dokunmuyordu.” (Kaynak: Ruşen E. Ünaydın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki, TTK Yay., Ankara 1990. Aktaran: Doç. Dr. Abdulhakim Yüce, Şehtler ve Şehitlerin Hayatı, Nil Yay. İst. 2001 s. 167)
***
HADİS-İ ŞERİFTE NASIL ANLATILIYOR?
Kütüb-ü Sitte’den Esbab-ı Nüzûl bölümünden 529 no’lu hadis-i şerif:
“Resulullah (sas) ashabına şöyle dedi: “Uhud’da şehid olan kardeşleriniz var ya! Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arş’ın gölgesine asılmış altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehitler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler: Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki bizler Cennet’te dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar Cennet’e karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!” Allahü Teala onlara cevaben: “Sizin haberinizi Ben duyuracağım.” buyurdu ve şu ayeti indirdi: “Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis onlar Rabb’leri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler.” (Al-i İmran, 169). Zaman Ailem.
ÇANAKKALE SAVAŞININ EN ÇOK KONUŞULAN OLAYI
Askerleri örten bulutlar Çanakkale’den Sakarya’ya, Kore'den Kıbrıs'a kadar birçok sıradışı olay yaşanmıştır. Çanakkale savaşının en çok konuşulan olay ise bulutların namaz kılan askerlerimizi örtmesidir.
Çanakkale savaşının en çok konuşulan ve Allah’ın (cc) bizlere yardımını açıkça ortaya koyan önemli bir olay da bulutların namaz kılan askerlerimizi örtmesidir. Savaşın başlamasından bitimine kadar meydana gelen birçok olay nedeniyle yabancılar dahi bunu tasdik etmiştir. 1915 yılının Temmuz ayı ile Ağustos ayları arası Ramazan’dır ve Mehmetçik oruçlarını aksatmadan tutmuş, mücadelesine devam etmiştir. Bayram yaklaşırken akıllara şu soru gelir: “Acaba bayram namazı nasıl kılınacak? Toplu halde kılınan bir namaz savaş durumunda uygun olacak mı? Acaba kılamayacak mıyız?” Bütün bu endişeleri yaşayan bir gazimiz neticeyi şöyle anlatıyor:
“Gelibolu’da oturmakta idim. Çanakkale’de 9. Tümen teşekkül edince gönüllü olarak kıtaya kaydoldum. Savaş ilerledikçe din görevlilerinin yerleri de belirsiz olmuştu. Bizim gibi gençler -o zaman 28 yaşındaydım- savaşın içinde görev yaparken, yaşlılar Sargıyeri ve hastanelerde görev ifa ediyorlardı. Ben, Seddülbahir Cephesi’nden savaş bitinceye kadar hiç ayrılmadım. Miladî 1915 yılında Ramazan, 13 Temmuz Salı günü başlamış. 11 Ağustos Çarşamba günü bitiyordu. Arife günü idi cephe kumandanı Vehip Paşa beni çağırdı.
“Hafız, askerin bir talebi var. Yarın Ramazan Bayramı, sabahleyin hep beraber bayram namazı kılmak istiyorlar. Eratın toplu bir halde bulunmaları tehlikeli ve düşman için bulunmaz bir fırsattır. Tekliflerini kabul etmedim. Sen de, münasip bir lisan ile anlatırsın!” dedi.
Paşanın yanından ayrılmıştım ki, zamanın ulularından gözü gönlü Hak adına bağlanmış arif, zarif bir zat çıktı karşıma. Bilgide kimse onunla yarışamazdı. Develer yükü okumuştu. Sohbette onu dinleyenler yangın içinde olsalar sohbetini bırakıp ateşten kaçamazlardı. Bu zat o gün orada idi.
Bana dedi ki: “Sakın ola ki erata bir şey söyleme, gün ola, hayır ola! Allah ne derse o, olur!”
12 Ağustos 1915 Perşembe günü Ramazan Bayramı’nın sabahı erken kalktım. Müslüman Türk askerleri, bayram namazını mutlaka eda edeceklerdi... Aynı göle dökülen sular gibi; Allah sevgisinde birleşen yüzlerce asker de ayakta idi. Hak katında birlikte secdeye varacaklardı. Hep beraber başımızı göğe kaldırdık; hevenk hevenk beyaz bulutlar göründü. Biraz sonra da bu bulutlar yere çöktü. Herkes “Allahü Ekber!” deyip yüzlerini toprağa sürdü. Hepimizin içinde ince bir huzur çiçeklenmiş ve Yüce Allah bizi bulutlar arasında görünmez hale getirmişti. Bu ulu kişi askerin karşısında baş kesti; sonra o derin, o tatlı ve yanık sesiyle, Hazreti Kur’ân’dan “Fetih Sûresi’nin 1’den 9. ayetine kadar okudu. Sonra iki rekat bayram namazı eda edildi. Namaz bitiminde, yüzlerce asker hep birden, “La ilahe İllallah Muhammedün Resûlullah” sözlerini devamlı tekrarlıyorlardı. Askerin betleri benizleri kül gibi olmuş, kimsenin yüreğinde dur durak kalmamıştı. Bu duruma taş olsa dayanamazdı. Görenler mi, söyleyenler mi dayanacak? “Allah! Allah!” diyen kendinden geçiyor, sanki birlikte göklerde uçmak istiyorlardı. Allah ile bir bütün olmanın ilahi ahengi içinde varlıklarından, benliklerinden soyunmuşlar, kendilerinden geçmişlerdi.
Zığındere’nin susuz yatağında, bir alçalıp bir yükselen ‘’La ilahe İllallah” sesleri, insanın kalbini kah varlığın sonsuz ufuklarında koşturuyor, kah yokluğun takat getirilmez güzelliğinde dinlendiriyordu. Hak’tan başka Hak yoktu. Tekrarlanan hep buydu... Sonra, kısa bir sessizlik oldu ve arkasından düşman siperlerinden yükselen, “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” sesleri bir uğultu şeklinde bize kadar perde perde geldi..
Daha sonraki günlerde öğrendik ki, İngiliz sömürgesinin Müslüman askerleri; Müslüman Türk askeri karşısında savaştıklarını duyunca isyan etmişler ve derhal geriye alınıp, cepheden uzaklaştırılmışlardı.
12 Ağustos 1915 tarihinden sonra, Seddülbahir cephesinde durum oldukça sakinleşirken, Anafartalar cephesinde ise; kan gövdeyi götürmekteydi. Evladım, bu bulutları yere indirip sis halinde bize gösterilmesi ancak Hazreti Allah’ın emriyle, dört büyük melekten biri olan Mikail Aleyhisselâm tarafından yerine getirilmiştir. Bu olay, Ulu Allah’ın (cc) büyük bir mucizesidir.” (M.İhsan Gençcan, Ç. S. ve Menkıbeler, İst.1998 s. 75)
Kore’de de bulutlar askerlerimizi örtmüştü
Kore Savaşı’nın efsane isimlerinden Albay Celal Dora, 1951’de yaşanan bayram namazı hadisesini şöyle anlatıyor:
“6 Temmuz 1951 günü. Ramazan Bayramı’nın birinci günü idi. Bayram namazını ihtiyat bölgesinin ortasında ve etrafı yüksek kavak ağaçları ile çevrili zümrüt gibi yemyeşil büyük çayırlıkta bütün tugayca toplu olarak kılmamızı kararlaştırdıktan sonra içimde bir ürperti hissetmiştim.
Beş bin kişi namazda iken maazallah düşmanın bir uçak filosunun, taarruzuna uğradığımız takdirde ne büyük bir felâkete uğrayacağımızı gözümün önüne getiriyor ve bir türlü gönlüm razı olmuyordu. General Tahsin Yazıcı’ya taburların kendi bölgelerinde ve ayrı ayrı namazlarını kılmalarını teklif ettimse de imam adedinin azlığı yüzünden imkân görülmemişti.
O sabah, hava çok açık ve berraktı. En küçük bir parça bulut dahi yoktu. Birlikler çayırlık bölgeye gelirken onlarla birlikte bir sis tabakası da çayırlık üzerine çökmeye başlamıştı. Cemaat çoğaldıkça bu sis tabakası da kesafet peyda etmiş ve 10 metre ilerisi görünmez bir hâl almıştı.
Bir hikmeti ilâhi bu sis tabakası yalnız kavaklık bölgenin dışında inhisar etmiş ve bu bölgenin dışında kalan sahada sisten hiçbir emâre görülmemişti. Cenâbı Hakk’ın Türk birliğini koruduğunun en büyük nişanesi olan bu sis tabakası içinde namazımızı kıldıktan, duâsını yaptıktan ve bunu müteakip birbirimizle sarmaş dolaş bayramlaştıktan sonra birlikler kendi bölgelerine giderlerken sis de birdenbire ortadan kaybolmuştu.(Bkz: Celal Dora, Kore Savaşı’nda Türkler, 1950-1951, İstanbul, 1963)
Düşmanın meşhur Golyat adlı zırhlısının batırılması olayında da ortalığı bir anda kaplayan sis Osmanlı askerlerinin çok işine yaramıştı. Haince saldırılar planlayan Golyat, bu şekilde teslim alınabilmişti. Golyat’in batırılması karşısında da General Hamilton hüsranla şu satırları yazmıştı: “Dün geceki kesif sis sırasında, bir Türk torpidobotu, Çanakkale Boğaz’ından sızıp Golyat zırhlısını torpidoladı. Düşman madalyayı hak etti. Kahrolsunlar!”
Sadece bulut olayları değildi meydana gelenler. İngilizler yön bulmak için kullandıkları pusulalarında bile zaman zaman akıl almaz oynamalar görüyor ve ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Örneğin John Hargrave adlı İngiliz subayının verdiği raporda, elindeki pusulanın sık sık yön değiştirdiği ve aynı anda birçok yeri kuzey olarak gösterdiği yazılıdır. Üç Anzak istihkam askerinin yemin ederek ve Anzak Sahra Birliği’ndeki diğer 19 arkadaşlarını da şahit göstererek anlattıkları “Düşman yutan bulut” hadisesi şu şekildedir: 267 kişilik Norfolk Kraliyet Taburu, Alçıtepe’den bir önceki tepe olan 60. tepeye doğru rahat bir şekilde ilerler. Havada soluk renkli bulutlar vardır. Bu bulutlar saatte 6 veya 8 km. hızla esen rüzgâra rağmen sabit bir şekilde durmaktadırlar. Bunlardan yaklaşık 250 m uzunluğunda 60’ar metre eninde ve 60 m yüksekliğinde olan bir bulut tepeyi kaplamıştır. Norfork Kraliyet alayının subayları ve askerleri bulutun içine girmeye başlarlar. Son asker de girince bulut yükünü almış bir uçak gibi havalanmaya başlar. Havadaki diğer soluk renkli bulutlarla birleşerek kuzeye yani Trakya tarafıa doğru gider. Savaş sonrasında bu 267 kişilik alayın bir tek ferdine bile -ne ölüler arasında ne de esirler arasında- rastlanamamıştır. Sayı: 223 Bölüm: Çanakkale Destanı[/b]
Alıntı:
Bu Tarih Kanla Yazıldı. Bu Harita Kanla Çizildi. Bu Bayrak Kanla Dikildi. Bu Ülkeyi Bölmek İsteyenler! Siz O'nu Rüyanızda Görürsünüz. Gerekirse 100 Tane Daha Çanakkale Savaşının Üstesinden Geliriz. Rüyayı Değil, İşte O Zaman Gerçek Kabusu Görürsünüz ! |
|
| |
|